Türkiye, Cumhurbaşkanı kararıyla 1 Temmuz 2021'de İstanbul Sözleşmesi’nden resmen çekildi. Bu kararın üzerinden tam bir sene geçti.
Kadın örgütlerine göre, sözleşmenin feshinin üzerinden geçen bir yılda sadece kadınlara yönelik hak ihlallerinin değil, anayasal ihlallerin de önü açıldı. Kadınlar, arkalarında devlet kurumlarının varlığını hissetmediği bir döneme şahitlik etti.
NAHİDE OPUZ KARARI VE İSTANBUL SÖZLEŞMESİ
Evli olduğu erkekten şiddet gören Nahide Opuz’un şikâyeti üzerine 2009'da Türkiye’yi mahkûm eden Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararı, bir anlamda İstanbul Sözleşmesi’ne giden yolu açtı. Türkiye, AİHM kararından sadece birkaç yıl sonra, 10 Şubat 2012'de Bakanlar Kurulu kararıyla İstanbul Sözleşmesi’ne ilk imza koyan ülke oldu.
Sözleşme, aynı zamanda Türkiye’de aynı yıl mart ayında yürürlüğe giren '6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Kanunu'na da dayanak oldu. Ancak ilk imzacı Türkiye, tam 10 yıl sonra Cumhurbaşkanı kararıyla bir gece yarısı İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini duyurdu. Mart 2021’de Resmi Gazete'de yayımlanan karar, resmen 1 Temmuz’da uygulandı.
Sözleşmenin fesih kararı Türkiye’nin dört bir yanında protesto edildi, ‘İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz’ sloganlarıyla tepkiler yükseldi. Bir taraftan da barolar ile kadın örgütleri başta olmak üzere siyasi partiler ve sivil toplum örgütleri Danıştay'da çekilme kararının iptali talebiyle davalar açtı.
Danıştay başvurularında ‘hukuksuzluk’ vurgusu yapılarak kararın kamu yararı taşımadığı ifade edildi. Bu süreçte Danıştay’da 50’nin üzerinde duruşmalı yargılama yapıldı. Danıştay savcıları da sundukları mütalaalarda fesih işleminin hukuka uygun olmadığını kaydettiler. Çekilme kararını esas olarak ele alan Danıştay 10. Daire ise 20 Temmuz'da başlayacak adli yıl tatili öncesinde kararını tebliğ edeceğini açıkladı.
‘KADINLAR ARKALARINDA DEVLET VARLIĞINI HİSSETMEDİĞİ BİR DÖNEME ŞAHİTLİK ETTİ’
İstanbul Sözleşmesi’nin 1 Temmuz 2021 itibarıyla yürürlükten kaldırılmasının ardından geçen bir yılı değerlendiren Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu (TKDF) Başkanı Canan Güllü’ye göre bu süreçte kadınların ihbar mekanizmaları ve kolluğa başvuru yöntemini kullanmalarında ciddi azalma gözlendi. Buna karşın kadın örgütlerine gelen şiddet başvurularının arttığına dikkat çeken Güllü, “Kadınlar arkasında devlet kurumlarının varlığını hissetmediği bir döneme şahitlik etti” dedi.
Geçen bir yılda kadına yönelik şiddet kapsamında iç hukuktaki mekanizmaların güçlendirilmesine yönelik adımların da atılmadığını belirten Güllü, ‘cezasızlık’ politikasının arttığını ise şu örneklerle anlattı:
“Sığınakların sayısında artış olmadı, koruma kararlarının 6 ay gibi uzun zaman dilimli verildiğine şahit olmadık. Hatta bu dönemde Pınar Gültekin davasında sanığa ‘haksız tahrik’ indirimi uygulandı. Ayrıca Yargıtay’ın Hatice Kaçmaz kararındaki ‘evlenseydi öldürülmezdi’ gibi ifadelere şahitlik ettik. Kadını ikincil gösteren zihniyet yapısı bu süreçte daha da yaygınlaşmış oldu. Ancak biz İstanbul Sözleşmesi’nden asla vazgeçmeyeceğiz.”
‘ANAYASA İHLALLERİNİN DE ÖNÜNÜ AÇTI’
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği Başkanı Gülsüm Kav’a göre ise İstanbul Sözleşmesi’nin feshi son bir yılda aslında sadece kadınlara yönelik hak ihlallerinin değil, tüm toplumu ilgilendiren Anayasal ihlallerin de önünü açtı. Kav, bu süreçte tüm alanlarda ‘ayrımcılık’ ve ‘hak ihlalleri’nin arttığına şu sözlerle vurgu yaptı:
“Sözleşmeden çekilmek hukuksuzluğun önünün açıldığını da gösterdi. Bu durumdan en çok da tabii ki kadınlar ve LGBTİ+lar etkilendi. Aynı zamanda bu 1 yıl kadına yönelik şiddet davalarında çok fazla ceza indirimi verilen bir dönem oldu. Pınar Gültekin davasında verilen ‘tahrik indirimi’ni bu duruma örnek verebiliriz.”
‘ESKİDEN YARGITAY’DAN ADALETSİZLİK GERİ DÖNERDİ, ŞİMDİ FAİL ERKEKLERE UYGULANAN YAPTIRIMLAR GERİ DÖNÜYOR’
Bu süreçte artan kadın cinayetlerine, bu cinayetlerde şüpheli kadın ölümlerinin oranının fazlalığına dikkat çeken Gülsüm Kav, aynı oranda ‘cezasızlığın’ da yükseldiğine vurgu yaptı: "Eskiden Yargıtay’dan adaletsizlik geri dönerdi, şimdi fail erkeklere uygulanan yaptırımlar geri dönüyor. Yargıtay o kararları bozuyor, sanıklara daha çok indirim veriliyor. Bu duruma Hatice Kaçmaz dosyasını örnek göstermek mümkün. Aynı zamanda şüpheli kadın ölümlerinde dava açtırmak bile zor olabiliyor. Dava açıldığında da yine delil yetersizliği nedeniyle dosyaların kapatıldığını görüyoruz. Kısacası sözleşmeden çıkmak erkeklere daha fazla cesaret verdi. Danıştay’da görülen davalarda bir hukuk literatürü oluşuyor. Bu yüzden Danıştay’dan çıkacak karar Türkiye’nin geleceğini belirleyecek.”
SÖZLEŞME YÜRÜRLÜKTE OLSA NASIL BİR TÜRKİYE OLACAKTI?
Eşitlik İçin Kadın Platformu (EŞİK) gönüllüsü avukat Selin Nakıpoğlu ise fesih kararının ‘yok hükmünde’ olduğunu belirtti. Nakıpoğlu, Türkiye’nin sözleşmeden çekilmesi üzerinden geçen 1 yılı değil, sözleşme yürürlükte olsaydı nasıl bir ülke olacağını anlattı: “Ülke çapında 7/24 ulaşılabilir etkin Alo Şiddet Hattı, kadın danışma merkezleri hayata geçirilirdi. Tecavüz kriz merkezleri açılarak, erkek şiddetine maruz kalan kadınlara gerekli hukuki, psikolojik, bakım vb. destek, olması gerektiği gibi verilecekti. Erkeklerin öldürdüğü kadınların çantalarından koruma kararları çıkmayacaktı. Çünkü Türkiye taraf devlet olarak erkek şiddeti ile mücadeleyi lafta bırakamayacaktı, şiddet uygulayan erkekler cezalarını olması gerektiği gibi alacak, yeni şiddet olaylarını teşvik edemeyecekti. Kadın erkek fırsat eşitliği değil, Kadın erkek eşitliği komisyonu kurulacaktı. IŞID yöntemleriyle kadınları öldüren erkekler duruşma salonlarında pervasızca “iyi ki sözleşmeden imza çekildi” diyemeyecekti. Pınar Gültekin hayatta olacaktı. Katili beş sene sonra açık cezaevine geçme ihtimali ile sevinemeyecekti. Tutku cinayeti gibi uydurma indirimlerle Hatice Kaçmaz’ın katilinin cezası kuşa çevrilemeyecekti.”
‘KADIN MÜCADELESİ DÜN OLDUĞU GİBİ BUGÜN DE DEVAM EDECEK’
Ankara Barosu Kadın Hakları Merkezi Başkanı Ceren Kalay Eken’e göre İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı daha ilk fısıltıların ortaya çıktığı günden bu yana kadınlarda endişeye neden oldu. Erkeklerde ise tam aksine bir cesaretlenmeye yol açtığını söyleyen Eken, “Avukat arkadaşlarımıza tarafı erkek olan dosyalarda ‘şimdi biz haklı çıkacağız değil mi?” şeklinde sorular geldi. Kadınlar da “Şimdi ne olacak?”, “Başımıza ne gelecek?” diye sordu. Yani sözleşmeden çıkılmasının sosyolojik sonuçları ve izdüşümü ağır oldu. Yanı sıra uygulayıcılarda da bir rahatlık gelişti, Pınar Gültekin dosyası gibi ‘haksız tahrik’ indirimleri uygulanmaya başlandı” ifadelerini kullandı.
Danıştay’dan çıkacak kararın toplumsal kırılma açısından çok önemli olduğunu kaydeden avukat Eken, dava süreçlerine ilişkin de şunları söyledi: “Avukat arkadaşlar duruşmalarda da söyledi: Biz hukukçuyuz ama aynı zamanda kadınız ve kendimizi güvende hissetmiyoruz. Çünkü kamu yararı, gerekçesi olmayan şekilde sözleşmeden çıkılmasını kabul etmiyoruz. Son bir yıldır şiddetin hafife alınması halini yaşıyoruz. İhlal halinde hala İstanbul Sözleşmesi’ne aykırılıktan AİHM’e kadar dosyaları götürebiliyoruz. Ama tabii bu, 10 yıllık bir süreç demek. Kadın mücadelesi dün olduğu gibi bugün de devam edecek. Cumhurbaşkanlığı'nın bu kararı akıntıya kürek çekmektir. Bu, gelecekte karanlık bir dönem olarak hatırlanacak. Bu anlamda Danıştay’ın kararını elimiz yüreğimizde bekliyoruz.”
Haber: Müzeyyen Yüce
Kaynak: Gazete Duvar
انقر للقراءة كاملة
Pencap eyaletinin başkenti Lahor'da Yüksek Mahkeme cinsel saldırı mağdurlarına yapılan bekaret testlerinin 'yasadışı ve Anayasa'ya aykırı' olduğuna karar verdi.
التفاصيلAKP’nin torba yasaya koyduğu teklifin geri çekilmesini isteyen avukat Sedat Durna, anayasal haklara dikkat çekti. Canan Güllü ihbarla derneklere kayyım atanabileceğini belirtti. Hilal Esmer, Yoksulluk, şiddet konuşulmasın isteniyor dedi.
التفاصيلDernek ve vakıflara kayyım atamasını kolaylaştıran kanun teklifini “örgütlenme ve ifade özgürlüğüne saldırı” olarak değerlendiren kadınlar, “Bu yasayla yapmak istediklerini yapamayacaklar çünkü kadınlar artık susmuyorlar, susmayacaklar” dedi.
التفاصيل