Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Yıl Önce Çekildi: Kadınlar Sözleşmeden Vazgeçmiyor

06 Nisan 2022

Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden 1 Yıl Önce Çekildi: Kadınlar Sözleşmeden Vazgeçmiyor

Türkiye’nin kadına yönelik şiddetin önlenmesi için devlete yükümlülükler veren İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece yarısı Cumhurbaşkanı kararıyla çıkmasının üstünden tam 1 yıl geçti.

Karar öncesinde, uzunca bir süre iktidarın yol vermesiyle cemaatlerin, tarikatların saldırısı altında olan sözleşme, 2020’nin Temmuz ayı itibariyle AKP sözcülerinin de sözleşmeyi hedefe koyan açıklamalarıyla gündeme gelmiş, kadın hareketi ise sokak eylemleri, kamuoyu bilgilendirmeleri, kampanyalar ile güçlü bir yanıt vermişti. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi için devlete önemli yükümlülükler veren İstanbul Sözleşmesi’nin feshedilmesine yönelik adımlara karşı verilen bu mücadele, halkın geniş kesimlerinin sözleşmeyi öğrenmesinin önünü açmıştı. Türkiye’nin ilk imzacı olmakla övündüğü İstanbul Sözleşmesi 20 Mart 2021’ye girilen saatlerde Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı kararı ile feshedildi. Bu 1 yılda sözleşmenin yokluğu kadınlar için ne anlama geldi? Kadın hareketi İstanbul Sözleşmesi’nden neden vazgeçmiyor? Kadın örgütleri anlatıyor. 

SÖZLEŞME’DEN ÇIKMA KARARI, CİNSİYETÇİLİĞE DAYALI OTORİTERLİĞİN SEMBOLÜ

Doç. Dr. Sevgi Uçan Çubukçu- EŞİK Platformu: “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi, 20/03/2021 tarih ve 3718 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile fesh edildi. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi veren bütün kesimlerin de destek vermesiyle, kadın hareketi, yerellerde, büyük şehirlerde çok farklı eylemlilikler göstererek kamuoyunun bu konuda bir yandan bilgilenmesini sağladılar, diğer yandan siyasi ve hukuk mücadelesini de bırakmadılar. Cumhurbaşkanı Kararı’nın iptali ve yürütmeyi durdurmak için Danıştay’a davalar açtılar; Eşitlik İçin Kadın Platformu’nun (EŞİK), üzerinde durduğu bir diğer nokta olan, ‘Sözleşme’nin feshi kararının, uluslararası anlaşmaların onaylanması prosedürünün aynısının uygulanması gerektiği, yoksa Anayasaya’ya aykırı bir karar ve uygulama olacağı’ yönündeki itirazlarını doğrulayıcı içerikte savcı mütalaları kamuoyuna yansıdı.

İstanbul Sözleşmesi’ne Türkiye’nin girme kararı nasıl ki, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı bir demokratik toplum idealini önüne koyan bir sembol ise, Sözleşme’den çıkma kararı, tam tersine cinsiyetçiliğe dayalı otoriter, baskıcı, ataerkil toplum düzenini tercih eden bir siyasal yaklaşım tercihinin sembolü oldu.

İstanbul Sözleşmesi kendinden daha büyük bir siyasi rejim tartışmasının da sembolü haline geldi: Eşitliğe dayalı bir demokrasi tercihi mi, yoksa totaliter ataerkil bir rejim mi? Siyasal iktidarın, toplumun ve en önemlisi kadınların taleplerine kulak tıkayarak yaptığı bu tercih ve yönelimleri, ne yazık ki uluslararası sistem içinde de demokrasiden uzaklaşmış bir Türkiye olarak prestij ve aslında güç kaybına uğramasına neden oldu. Zira tarihe ve uluslararası sisteme yön veren asıl dinamiklere baktığımızda görürüz ki, devletler ekonomik, jeopolitik, askeri vb. nedenlerden çok, demokratik değerler ve işleyişle güç ve prestij sahibidir.

İktidarın bu siyasal tercihinin toplumsal karşılığı orta vadede ne olacaktı? Gördük ki, toplumun yüzde 90’ı kadına yönelik şiddeti ve aile içi şiddeti önleyici nitelikteki bu çok önemli Sözleşme’den çıkılmasını istemiyordu. Toplumsal alanda özellikle EŞİK gibi kadın platformlarının, feministlerin ve elbette cinsiyetler arası eşitlik mücadelesi veren LGBTİ örgütleri, sendikalar, meslek odaları, yerel yönetimler, siyasi partiler vb. kesim ve tek tek yurttaşların Sözleşme’ye sahip çıkan kararlılığının bize anlattığı nokta: Bütün totaliter rejimlerdekine benzer biçimde, siyasal ve kamusal alanın yokluğuna rağmen,  İstanbul Sözleşmesi için verdiği mücadele ile, kadın hareketinin Türkiye’nin en önemli demokratik toplumsal güçlerinin başında olduğudur.

İKTİDAR, BİRİKEN ÖFKEYE KARŞI GÖSTERMELİK ADIMLAR ATIYOR

İrem Gerkuş- (İstanbul Sözleşmesi’ni Uygula İstanbul Kampanyası): İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararının açıklandığı 20 Mart gecesinden resmi olarak çekilindiği 1 Temmuz gününe kadar - tabii ki öncesinde de - sözleşmeyi savunmaktan, hayatlarımız ve haklarımız için önemini anlatmaktan ve bunun için sokaklarda, mahallelerde, sosyal medyada, bulunduğumuz her yerde mücadele etmekten asla vazgeçmedik. Kadın hareketinin senelerdir birçok hak için verdiği mücadele bu süreçte bizce daha büyüdü ve güçlendi. İstanbul Sözleşmesi’ne karşı atılan her adım sözleşmenin amacını ve işlevini daha bilinir ve görünür kıldı.  Sözleşmeden çekilinmesine yönelik öfkeyi bazı göstermelik adımlarla azaltmaya çalıştıkları bir yıl geçirdik. 1 Temmuz günü çıkarılan Kadına Yönelik Şiddetle ile Mücadele 4. Ulusal Eylem Planı’nda çözüm olarak sundukları erkekler için öfke kontrol programında, erkek şiddetiyle mücadelede diyanete biçtikleri rolde bunu gördük. Yakında zamanda gündem olan Ceza Kanunu’ndaki ceza artırımlarına yönelik değişiklikler sadece kamuoyunu gözünü boyamak için. Devlet önleyemediği erkek şiddetini muhtemelen verilmeyecek de olan yüksek cezalarla önleyeceğini iddia ediyor. Temelde “İstanbul Sözleşmesi’nden çekiliyoruz çünkü aile yapımızı tehdit ediyor ve LGBTİ+’ları meşrulaştırıyor, bize uygun değil” diyen hükümet yerli ve milli bir kadına şiddet yasası çıkarmanın peşinde. Bizim başından beri savunduğumuz ve İstanbul Sözleşmesi’nde de bahsedilen bütünlüklü, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini önüne alan yapıcı politikalar dışında bunun başka bir çözümü yok. Bu göstermelik adımlar atılırken bir yandan ekonomik krizin kadınlar üzerindeki yüküne dair sürdürülebilir hiçbir politika önermiyor. Yakın zamanda yine nafaka hakkımıza dair saldırılarla karşılaştık. Her güne kadın cinayeti haberleriyle uyanırken erkekleri cesaretlendirircesine şiddet faili erkeklere büyük ceza indirimleri uygulanıyor. Tüm bunları düşündüğümüzde birçok haksızlığı, eşitsizliği, ayrımcılığı, sömürüyü gündemimize alarak ve bunlarla mücadele ederek geçirdiğimiz bir yıl oldu. Bu şekilde de devam edecek, bu bir hayat mücadelesi. Sözleşmeden çıkılmış olabilir ama bu süreçteki kalabalığımız, dayanışmamız bizimle ve bu birlikteliği gördüğümüz için devam edebiliyor, bundan güç alıyoruz.  Hayatlarımızdan, haklarımızdan, şiddetten uzak, özgür ve eşit yaşama arzumuzdan vazgeçmiyoruz.

MÜCADELEDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ

Fidan Ataselim (Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu): Sözleşmeden imza geri çekilince ilk zamanlar kadınlarda ve LGBTİQ+’larda ciddi tedirginlikler yaşandı. Başvuru hattımıza gelen aramaların sayısı katlandı. Herkes dehşete kapılmış bir sesle ‘Şimdi ne olacak?’ diye sormaya başladı. 6284 sayılı Kadına Yönelik Şiddetin Önlenmesi Kanununun uygulanması önündeki engeller uygulayıcılar nezdinde arttı. Kadınların toplumsal kazanımlarının bir cumhurbaşkanı kararıyla ortadan kalkmayacağını herkese anlattık. Herkes İstanbul Sözleşmesinin kendisi oldu adeta: duvarlar dile geldi, sokaklarda baktığımız her yer İstanbul Sözleşmesi oldu, mahkemelerde o sözleşme sesi yükseldi ve daha nicesi... İstanbul Sözleşmesi’ni imzalatan da bu topraklardaki kadınlardı, imza geri çekildiğinde de mücadeleden vazgeçmeyecek yine biz olacaktık -ki öyle oldu da.

Pandemi ve İstanbul Sözleşmesi kararıyla birlikte şüpheli kadın ölümlerince ciddi artış yaşandı. Bu ölümlerdeki gerçekleri açığa çıkarma mücadelesi verirken bizleri siyasi iktidar sözleşmeden çekilme kararının ağırlığını hafifletmek için araştırma komisyonları kurdu, insan hakları eylem planı açıkladı, şimdi de yargıda reform yapacağını söylüyor. Danıştayda süren davalarımız olduğu için Savcı görüşleri ardından da umudumuz var. İstanbul Sözleşmesi'nden vazgeçmemeye devam edeceğiz. Daha örgütlü mücadelemizle tüm kadınlar ve LGBTİQ+’lar için eşit özgür yarınları birilerinden medet ummadan kendi ellerimizle kuracağız.

SÖZLEŞMENİN TOPLUMDAKİ BİLİNİRLİĞİ ARTTI

Canan Güllü- Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu: Bu karar, kadın cinayeti sayılarının artmasına sebep olan bir geri çekilmedir. Örneğin, cinsel istismar davalarında karar verme süreçlerinin faillere yarayacak biçimde,  davaların uzadığına tanıklık ediyoruz. Örneğin; kararın arkasından özellikle ilk aylarda kolluk kuvvetlerinin bu süreçte yasal mevzuattan da çekilindiği yönündeki davranış ve söylemi kadınların kolluk kuvvetlerine başvurmasının önüne kocaman bir engel olarak çıktı. Bizim acil yardım hattını arayan mağdur sayısında düşüşler meydana geldi ve yine İstanbul Sözleşmesinden çekilmiş olmak kadınların şiddet karşısında güvencesiz bir ortamda kalmasını sebep oldu. Hatta bu nedenle İçişleri Bakanlığı 81 ildeki Emniyet Müdürlüğüne seslenerek vatandaşa güvence verilmesi gerektiğinin altını çizmek zorunda kaldı.  Kadın cinayetlerini önlemeye yönelik herhangi politika uygulanmadı, indirimler devam etti. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun en son verdiği Hatice Kaçmaz kararı, sözleşmeden çekilmenin ne anlama geldiğinin somut delili olarak karşımızda durmakta.

Diğer yandan ise bu 1 sene içinde sözleşmenin toplumdaki bilinirliği yüzde 6’dan yüzde 66 oranına çıktı. İş dünyası sözleşmeyi savunmaya başladı, 220 kişi Danıştaya dava açtı. Sahada yerelden politika üretmeye başladık. 47 belediye ile İstanbul Sözleşmesinin uygulanabilirliği için toplumsal cinsiyet eğitimleri vermeye, danışma merkezleri açmaya ve yerel eşitlik eylem planları ile sahada politikasız iktidarın açıklarını kapatmaya çalışıyoruz.
Bu sürecin içinde gördük ki iktidar TBMM’de kurduğu Kadına Yönelik Şiddetin Araştırılması Komisyonu raporuna dayanarak oluşturduğu şiddete karşı reform paketinde hala kadın cinayetlerini etkin pişmanlığa dayandırıyor, çözüm üretmekten kaçınıyor. Biz sahada çözüm üreten bir pozisyon alarak susmuyor, korkmuyor ve  itaat etmiyoruz. Mücadeleden vazgeçmeden ‘İstanbul Sözleşmesi Yaşatır’ demeye devam ediyoruz.

KARAR SONRASI HAK GASPLARI İVME KAZANDI

Çağla Yolaşan- Dersim Yenigün Kadın Dayanışma Derneği: İstanbul sözleşmesinden çekilme kararı, kadınların yaşam hakkını, sırf kadın olmaları sebebiyle karşı karşıya kaldıkları suçları önleme, cezalandırma, ortadan kaldırmayı bir devlet politikasına dönüştürmeyi amaçlayan bu uluslararası sözleşmeden çıkılması bize zaten kadın politikasında sınıfta kalan AKP'nin yüzünü bir kez daha gösterdi.Geçen bir yılda, öngördüğümüz gibi kadınların kazanılmış haklarına saldırılar artarak devam etti. Örneğin kadınların nafaka hakkına yönelik saldırılar gündemde ve kadınların aleyhine bir değişikliğin yapılması muhtemel görünüyor. Bu da bize toplam olarak AKP'nin kadınlara karşı almış olduğu karşı cephe tutumunda ısrarcı olduğunu gösterdi.Bu 1 yılda kadına yönelik şiddetin azalmadığını, sadece kolay bir hedef olarak görüldüğü için kadınların öldürüldüğünü, 6284'ün dahi uygulamasında ayak direyen bir yargı pratiğinin geliştiğini gördük.8 Mart sürecini henüz geride bıraktık. Memleketin her yanında çok coşkulu kutlamalar olduğuna şahit olduk. Demek ki İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı da alınsa üzerinden yıl da geçse kadınlar kendilerine dayatılan yaşam koşullarına razı değil, itiraz ediyor ve fazlasını talep ediyor. İstanbul Sözleşmesini de daha fazlasını da kazanacak gücü ve azmi bu memleketin kadınlarında görüyoruz. 

Kaynak: Evrensel

Tamamını okumak için tıklayınız

Diğer Bizden Haberler

11 Aralık 2020

Pakistan mahkemesi, bekaret testinin Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi

Pencap eyaletinin başkenti Lahor'da Yüksek Mahkeme cinsel saldırı mağdurlarına yapılan bekaret testlerinin 'yasadışı ve Anayasa'ya aykırı' olduğuna karar verdi.

Detay
17 Aralık 2020

Halkın susması isteniyor

AKP’nin torba yasaya koyduğu teklifin geri çekilmesini isteyen avukat Sedat Durna, anayasal haklara dikkat çekti. Canan Güllü ihbarla derneklere kayyım atanabileceğini belirtti. Hilal Esmer, Yoksulluk, şiddet konuşulmasın isteniyor dedi.

Detay
02 Kasım 2012

Kadınlardan STÖ tasarısına tepki: İstediklerini yapamayacaklar

Dernek ve vakıflara kayyım atamasını kolaylaştıran kanun teklifini “örgütlenme ve ifade özgürlüğüne saldırı” olarak değerlendiren kadınlar, “Bu yasayla yapmak istediklerini yapamayacaklar çünkü kadınlar artık susmuyorlar, susmayacaklar” dedi.

Detay