27 Mart 2025 tarihinde TBMM’de doğum yardımı düzenlemesinin kadınlara doğum teşviki verilmesi amacıyla yasalaşan bu kanun teklifi, aslında toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadının rolünü dar bir çerçevede ele alıyor. “Kuluçka makinesi” ifadesinin vücut bulduğu bir durum. Kadınların toplumsal işlevinin yalnızca annelikle sınırlı olduğuna dair bir algıyı çağrıştırıyor. Bu tür bir bakış açısı, kadınları birey olarak değil, biyolojik rollerine indirgenmiş varlıklar olarak görme tehlikesi taşır ki bunu yaşamaktayız.
Oysa kadınlar, sadece annelik yapan değil, aynı zamanda eğitimi, kariyeri, toplumsal katkıları ve kişisel gelişimleriyle de önemli birer bireydir. Bu tür teşvik politikalarının, kadınların sadece doğurganlık kapasitesine odaklanması, onları toplumda daha geniş ve eşit haklara sahip bireyler olarak görmekten uzaklaşılmasına yol açar.
Bir başka önemli mesele, doğum oranlarındaki azalışın yalnızca “zaman ve para miktarının az olması”na bağlanması. Bu yaklaşım, sorunların yüzeyine inmekten öteye geçmiyor. Evet, ekonomik zorluklar ve zaman kısıtlamaları, bireylerin çocuk sahibi olma kararlarını etkileyebilir, ancak daha derin sosyo-kültürel, psikolojik ve yapısal faktörler de bu durumu şekillendiriyor.
Kadınların iş gücüne katılımı, katıldıkları iş gücünde sürdürülebilir olmaları, bakım yükünün omuzlarından alınması, kariyer hedefleri, kişisel özgürlükleri, eşit iş fırsatları gibi konular da doğum oranlarını etkileyen önemli faktörlerdir.
Bu nedenle, sadece maddi teşvikler sunarak doğum oranlarını artırmak, daha geniş bir sosyo-ekonomik ve toplumsal perspektife dayalı politikaların eksikliği anlamına gelir.
Ayrıca, kadınların annelik dışında diğer rolleri ve yaşam hedefleri de göz önünde bulundurulmalıdır. Kadınların doğurmak dışında da pek çok sorumluluğu ve amacı olabilir. Onların eğitim, kariyer, sanatsal faaliyetler, bilimsel çalışmalar ya da sosyal hizmetlerdeki katkıları gibi alanlarda da fırsat eşitliği sunulması gerekir. Aksi takdirde, kadınların potansiyelleri sadece biyolojik bir işleve sınırlı bırakılmış olur.
Kadınları doğum yapmaya teşvik etmek için sadece maddi ödüller ya da teşvikler sunmak, kadınların toplumdaki rollerini daraltmak anlamına gelir.
Bu yaklaşım, daha çok kadınların yaşam kararlarını kısıtlamaya yönelik bir anlayış olarak algılanabilir. Kadınları yalnızca doğurganlıkları ile tanımlamak, onların insan haklarını ve eşitliklerini ihlal etmek anlamına da gelmektedir.
Bu yüzden, doğum oranlarını artırmayı amaçlayan politikaların sadece parasal teşviklerle sınırlı kalmaması, kadınların toplumsal ve bireysel haklarını da gözeten, çok yönlü bir yaklaşım benimsemesi gerektiği açıktır.
Özetle doğum teşviki gibi politikaların uygulanmasında, kadınların sadece doğurganlıkları üzerinden değerlendirilmesi yerine, onların eşit haklarla donatılmalarını, sosyal ve ekonomik yaşamda aktif roller üstlenebilmelerini sağlayacak bir düzenin kurulması gerektiği söyleniyor.
Kadınların hem bireysel hem de toplumsal katkılarının tüm boyutlarıyla değerlendirildiği, eşitlikçi bir toplum anlayışı ancak bu şekilde güçlendirilebilir.
Tüm bu sözleri kadınların yaşam haklarını gözetmeyen iktidara söylüyoruz.
Saygılarımızla
Canan GÜLLÜ
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı